Arkadaşlar, gelin dürüst olalım. LinkedIn’de beyaz önlüklerle, elinde tabletle pırıl pırıl bir robot koluna bakan o “mutlu mühendis” fotoğrafları var ya? Hah, işte o kareler bizim mesleğin belki %5’ini, hatta şanslıysanız %1’ini yansıtıyor.
Geriye kalan %95’lik kısım ise bambaşka bir hikaye.
Bugün, ofisindeki ergonomik koltuğunda oturup “Acaba otomasyoncu mu olsam?” diye düşünen genç arkadaşlara veya şu an bir şantiyede, kablo makarasını masa yapıp laptopunu üzerine koymuş, donan parmaklarını ısıtmaya çalışan meslektaşlarıma sesleniyorum. Otomasyon sahası, dışarıdan göründüğü gibi “Matrix” filmi tadında bir yazılım dünyası değildir. Burası; mekaniğin, elektriğin, yazılımın ve insan psikolojisinin birbirine girdiği, kaotik ama bir o kadar da garip bir tutkuyla bağlı olduğumuz bir cephedir.
2025 yılının sonundayız, yapay zekalar havada uçuşuyor, TIA Portal kendi kendine kod yazıyor (sözde), ama sahada hala o sensörün vidasını sıkmak için yağın pasın içine girmek zorundayız. İşte otomasyon sahasının filtresiz, makyajsız zorlukları.
Konfor Alanınızı Kapıda Bırakın (Fiziksel Şartlar)
Bir yazılımcı (IT) ile bir otomasyoncu (OT) arasındaki en büyük fark ofisidir. Bir backend geliştiricisi kliması çalışmadığında veriminin düştüğünden şikayet edebilir. Bir otomasyoncu ise kliması olmayan, hatta çatısı bile henüz kapanmamış bir fabrikada, -10 derecede montla kod yazmaya çalışırken bulur kendini. Ya da tam tersi; bir demir çelik fabrikasında, 50 derece sıcaklıkta, ter gözlük camına damlarken panonun içindeki klemensi görmeye çalışır.
Sahada “ergonomi” diye bir şey yoktur.
- Masa: Genellikle bir palet, boş bir kablo makarası veya panonun kapağının iç kısmıdır.
- Sandalye: Çoğu zaman yoktur. Saatlerce ayakta durmaktan (özellikle o ağır iş güvenliği ayakkabılarıyla) topuklarınızın sızlaması meslek hastalığıdır.
- Gürültü ve Toz: Kulak tıkaçlarına rağmen beyninizin içinde yankılanan pres sesleri, her yere sinen ince metal tozları veya kimyasal kokular… Akşam otele/eve döndüğünüzde burnunuzu temizlerken çıkan o siyah tortu, günün özetidir.

“Hat Durdu” Psikolojisi ve Zaman Baskısı
Otomasyon sahasının en büyük zorluğu teknik değil, psikolojiktir. Bir ofis yazılımında hata çıktığında “Ticket açın, inceleyelim, bir sonraki güncellemede çözeriz” diyebilirsiniz. Otomasyonda bunu deme lüksünüz yoktur. Çünkü siz o an oradasınızdır ve üretim durmuştur.
Üretim durması demek, para kaybı demektir. Siz panonun başında laptopunuzla sorunu (bug) ararken, arkanızda birikmeye başlayan bir kalabalık olur. Önce operatör gelir, sonra vardiya amiri, sonra üretim müdürü, iş uzarsa fabrika müdürü… Herkesin gözü sizin ekranınızdadır ve o meşhur soruyu sorarlar: “Ne zaman çalışır?”
Sorunun ne olduğunu bile henüz bulamamışken bu soruya cevap vermek zorunda kalmak, dünyadaki en yüksek stres seviyelerinden biridir. Dakikaların maliyetle ölçüldüğü o ortamda sakin kalıp mantıklı düşünebilmek, SCL veya C# bilmekten çok daha önemli bir yetenektir. Omuzlarınızdaki o yükü hissetmek, bu işin en yıpratıcı kısmıdır.
İletişim: Bir Tercüman Gibi Çalışmak
Sahada sadece makineyle konuşmazsınız. Hatta işinizin çoğu insanlarladır ve herkes farklı bir dil konuşur.
- Operatör: “Abi makine saçmaladı, kendi kendine durdu” der. (Detay yoktur, ne zaman, nasıl, hangi alarm? Bilinmez.)
- Mekanikçi: “Mekanik taş gibi, kesin yazılımsal sorun var” der. (Genelde sensör gevşemiştir veya piston sıkışıyordur ama suçu yazılıma atmak evrensel bir reflekstir.)
- Elektrikçi: “Ben projeye göre bağladım, kontaktör çekmiyor” der. (Output’un gelmediğini iddia eder ama sigorta atmıştır.)
- Yönetim: “Bu proje neden Cuma gününe bitmiyor?” der. (Sahadaki fiziksel eksikleri görmez, sadece Excel tablosundaki deadline’a bakar.)
Siz, yani otomasyoncu, bu dört grubun ortasında bir tampon bölgesiniz. Mekanikçiye sorunun mekanik olduğunu ispatlamak için “Force” yapıp pistonu hareket ettiremediğinizi göstermeniz gerekir. Operatörün ağzından kerpetenle laf alıp hatanın kök nedenini bulmanız gerekir. Yönetime, kablolar çekilmeden makineyi çalıştıramayacağınızı (henüz Wi-Fi elektrik icat edilmedi!) anlatmanız gerekir. Bu sürekli savunma ve ispat hali, zihinsel olarak kod yazmaktan daha yorucudur.
“Legacy” (Eski) Sistemler ve Dokümansızlık
Sıfır bir projeye başlamak zordur ama en azından günahı sevabı sizindir. Ancak sahada en çok karşılaşacağınız zorluklardan biri “Revizyon” işleridir. Sizden önce, belki 10 yıl önce oraya gelmiş, bir şeyler yazmış ve gitmiş birinin kodunu çözmek zorunda kalırsınız.
- Yorum satırı mı? Hak getire.
- Değişken isimleri: “M0.0”, “Sayac_Yeni”, “Deneme_3” gibi anlamsız ifadeler.
- Proje yedeği: Panonun içindeki SD kartta sanırsınız ama o da güncel değildir. “Son_Final_v2_GERCEK” isimli bir dosya bulursunuz ama makinede çalışan program o değildir.
Sahada “Reverse Engineering” (Tersine Mühendislik) yapmak zorunda kalırsınız. Neyin nereye bağlı olduğunu kablo takip ederek bulmak, spagettiye dönmüş bir Ladder diyagramını çözmeye çalışmak, arkeolojik bir kazı yapmak gibidir. Ve unutmayın, bunu yaparken genelde 2. maddedeki “Hat Durdu” baskısı ensenizdedir.
Sosyal Hayatın Askıya Alınması (Bavul Hayatı)
Eğer gezmeyi seven biriyseniz, ilk başlarda “Ooo harika, sürekli farklı şehirler, ülkeler” dersiniz. Ama 3. yıldan sonra bu durum bir zorluğa dönüşür. Otomasyon sahası, mesai saati tanımaz. “Akşam 6 oldu, ben çıkıyorum” diyemezsiniz. O makine devreye alınacaksa, sabah 4’e kadar çalışılır. Hafta sonu yoktur, bayram seyran bazen yoktur (çünkü fabrikalar genelde bayramda duruşa geçer ve revizyonlar o zaman yapılır).
Arkadaşlarınızın doğum günlerini kaçırırsınız, çocuğunuzun ilk adımını videodan izlersiniz, eşinizle/sevgilinizle telefonda kavga edersiniz çünkü yine “iş uzamıştır”. Otel odaları bir süre sonra yalnızlık hissi vermeye başlar. Sabahın köründe tanımadığınız bir şehrin sanayi sitesinde börek yemek, ilk başlarda romantik gelse de zamanla mide ağrısı yapar. Bu “göçebe” yaşam tarzı, düzenli bir hayat isteyenler için sürdürülebilir değildir.
Her Şeyden Anlama Beklentisi (Joker Eleman)
Sahadaki otomasyoncuya bakış açısı şudur: “Bu adam bilgisayarla bağlanıyorsa, her şeyi çözer.” Makinenin redüktöründen gelen sesten, pnömatik valfin hava kaçırmasından, hatta fabrikanın internetinin yavaş olmasından bile bazen siz sorumlu tutulursunuz. Bir yazılımcı sadece kod yazar. Bir elektrikçi kablo çeker. Ama otomasyoncu;
- Hem elektrik projesini okumalı,
- Hem mekanik sistemin dinamiğini anlamalı (PID ayarı için şart),
- Hem hidrolik/pnömatik bilmeli,
- Hem de IT/Network konularına (IP çakışmaları, VLAN’lar, Serverlar) hakim olmalıdır.
Bu “Multisipliner” yapı sizi geliştirir evet, ama aynı zamanda üzerinizdeki yükü inanılmaz artırır. Bilmediğiniz bir konuda ahkam kesmek zorunda kalırsınız bazen.
Bu kadar gömdükten sonra “E bırakalım o zaman bu işi” diyebilirsiniz. Ama bırakamayız. Çünkü bu işin zehri başkadır.
O günlerce uğraştığınız, sizi süründüren, her yerinizi yağ pas içinde bırakan makine var ya… “Start” butonuna bastığınızda o makinenin senkronize bir dansçı gibi çalışmaya başladığını gördüğünüz an… İşte o “Frankenstein anı” (It’s Alive!), dünyadaki bütün yorgunluğu alır götürür.
Bir şeyler üretmenin, fiziksel bir hareketi kontrol etmenin hazzı, ekranda sadece bir “Hello World” görmekten çok daha fazlasıdır.
Sahadaki zorluklar gerçek, yorucu ve bazen acımasızdır. Ama günün sonunda, o fabrikanın kapısından çıkarken arkanızda tıkır tıkır işleyen devasa bir sistem bıraktığınızı bilmek, mühendislik egosunun tatmin olduğu zirve noktadır.
Eğer bu zorlukları göze alıyorsanız, sahanın tozu ciğerlerinize bir kere dolduysa, geçmiş olsun. Artık siz de bizdensiniz.
Siz sahada en çok neyden çekiyorsunuz? Operatör “kaprisleri” mi, yoksa bitmeyen revizyonlar mı? Yorumlarda dertleşelim.


